16 Mayıs 2010 Pazar

Boogie with Canned Heat



Her akşam kasabanın aynı barına gidip aynı içkiden içen bir adamın umutsuz ama mutlu hayatını anlamak çok da zor bir şey olmamalıydı. Oturduğu bar taburesinin karşısında oynanan sıkıcı bir beysbol maçına bakıp önüne gelen içkiyi yudumlarken ve iki saat boyunca neden bu içkiye bu kadar bağımlı olduğunu anlamaya çalışırken, 1928 senesi ve “blues” müzik bir kez daha aynı şakayı yapıp “Canned Heat Blues” parçasını çıkaracaktı. Zira içkinin kendisi “Canned Heat” olarak bilinir, bir tür kavanozun içinde barınan, açıldığı zaman alttan ısıtılan ve birkaç saat boyunca kısık ateş altında içilebilen ağır bir içkidir. Canned Heat’in hikâyesi de bir nevi böyle başlamış, 65’ yazının ortasında, hiçbir işi olmayan üç adamın Los Angeles’ta “Gelin bir şeyler çalalım,” demesiyle sanki kısık ateş altında gittikçe ısınan bir kariyerin keyifli adımlarını atmışlar.

Ne The Doors’un California’ya LSD “konsepti” altında getirdiği tehlikeli ama tahrik edici hayat anlayışı, ne de The Beach Boys’un “kaslı çocukların sörf yapıp, kızların dondurma yiyerek sahilde yürümesi” gibi, aslında naif kaçan hayat tarzı arasında bir yerlerde, kendi sesini bulan Canned Heat, kuşkusuz California kültürüne apayrı bir kültür getirerek özgünlüklerini sağlam bir yerden almışlardır. Tabii ki California’nın oldu olası yeni anlayışlara açık bir yer olması ve hayat tarzları karşısında tıpkı bir bukalemun gibi rengini karşısındakine göre ayarlaması, hem 60’ortalarında sıklaşan yeni anlayışların San Francisco’dan sonra “melting pot” yeri olmasına, hem de yeni müziklerin çıkmasına olanak sağlamıştır. Başka bir deyişle, California’da ikamet eden bir sürü müzisyenin çıkardığı albümlerin içinde, “şehirle entegre olmuş ve oranın havasını bir hayli yutmuş” duygusu sıkça hissedilir; ve konu California olunca, bu tür “şehirle özdeşleşme” konsepti altında yazılan sözlerin birbirinden epey farklı olması, gene o eyaletin bir başarısıdır.

Çıkış yolum, Jim Morrison’ın Los Angeles’ta “L.A. Woman” diyerek şehrine üstü açık bir arabada göz kırpması, The Beach Boys’un “Fun Fun Fun” diye haykırarak herkesi sahile çağırması ve bambaşka bir anlayışın ilk adımlarını atmasından sonra, Canned Heat’in “blues” öğesini California’ya tam haliyle getirerek sahneye çıkmasıdır.

O halde Canned Heat’in hikâyesi de başlamış oluyordu. Belki de The Doors’un kariyeri boyunca araya sıkıştırmaya çalıştığı blues öğesini kusursuz bir halde palmiye ağaçlarına çıkaran Canned Heat’in müzik anlayışını daha da ilginç yapan şey, kuşkusuz “boogie” anlayışını da başarılı bir şekilde merkezine koymasıdır.

Canned Heat / Fried Hockey Boogie (1968)


Eğer California çıkışlı bir grupsanız ve müziğinizin merkezinde blues ve boogie yan yana duruyorsa, vokal Alan “Blind Owl” Wilson’ın 1969 senesinde çıktığı Woodstock Festival’inde binlerce insanı aynı anda zıplatması ve daha da ötesinde, konserin bir yerinde sahneye çıkan bir çocuğa kendi paketinden sigara uzatıp bir süre muhabbet etmesi şaşırtıcı değil. Çünkü karakteristik yorumlara ihtiyacı olan, yapılabildiği takdirde sizin en sadık sevgiliniz olabilen blues müziğin, boogie türüyle tanışması ortaya “kafa karıştırıcı güzellikte” bir sonuç çıkarmaktadır: Canned Heat, sanki hayata karşı tutunamayan bir adamın sarhoşken ettiği itiraflar dizisinin toplamı gibidir, sözler açık ve dürüsttür, yenilgiyi her dize arasında hissedersiniz, ama olan olmuştur bile, kazık yenilmiştir ve artık bu iğrenç barda müzik dinlenmeye başlanacaktır. Ve genelde güzel şarkılar iğrenç barlarda söylenmez mi?

Belki de anlatmaya çalıştığım şey, biraz Bob Dylan’ın “When you got nothing, you got nothing to loose,” anlayışının “boogie” müziğine giriş aşaması ve beraberinde ortaya çıkan büyük bir vurdumduymazlığın etkin dansı, sevişmesi ve güzelliğidir. Canned Heat’te görülen kocaman bir avuntu, boşalma, rahatlama duygusu vardır, sözleri sanki “boktan bir Dünya’da yaşadığımızın farkındayız, haydi gelin dublörlük yapalım ve olabildiğince dans edelim,” çağrısını yapar; bütün bu ortamın içine dâhil olan uzun bass yorumları ve hareketli davul ataklarıyla Canned Heat, kanımca duruşu ve sergilediği sahne performansıyla 60’ların en etkin “hippie era” kategorisine girecek gruplarından biri olmuştur.

Bu noktada, ikinci stüdyo albümü olan Boogie with Canned Heat, ister blues türünün süzgecinden geçmiş dürüst ve vurdumduymaz bir albüm olsun, ya da ister boogie türüyle özdeşleşmiş bir çığlığın en tahrik edici dansı olsun, gitar Larry Taylor ve davulda Adolfo “Fito” de la Parra’nın Alan Wilson ile olan uyumu karşısında “keşke biraz daha beraber çalsalardı,” dedirtmiştir.

Albümün ilk parçasında dinleyiciyi blues türünün yavaş havasına sokan “Evil Woman”, arka fonda duyulan sabit bir mızıka yorumuyla “country” yorumunu da işin içine sokarak sakin bir giriş yapar. Parçanın sonunda atılan solo, işin sürprizi gibidir.

Canned Heat / Evil Woman (1968)


İkinci parça “My Crime”, salt blues yorumlarıyla çevrilidir: Sabit bir bass ve gitar ve derdini anlatan bir adamın hikâyesini dinleriz. Alan Wilson’ın “ayırt edici yorumu” parçaya renk katar, bir süre sonra hikâyeyi değil, hikâye sizi dinler.

Belki de “hippie era” kategorisinde “Eşyalarını topla ve evinden ayrıl,” anlayışının ilk damarlarlarını oluşturan üçüncü parça “On the Road Again” leziz bir boogie ve blues bileşimidir. Alan Wilson’ın tambura vızıltısını parça boyunca çalarak işin içine hipnotik bir yorum katması ve aslında “psychedelic” kategoriye ucundan göz kırpmış olması da ilginçtir.

Albümdeki favori parçam “Turpentine Moan” akortsuz bir piyano girişiyle ses verir ve ardından hiç bekletmeden parçaya Alan Wilson’ın sesiyle açılışı yapar. Parçanın arka fonunda devamlı hareket halinde olan davulun aynı ritimde kalması ve bass gitarın “işi ağırdan alıp acele etmemesi” dinleyiciyi adeta bir hipnoz seansına götürür ve kendinizi (her zamanki gibi) odanızda dans ederken bulursunuz. Parçada görülen umutsuz sözler, gene bahsetmiş olduğum vurdumduymaz anlayışının eğlence yorumuna kaymış halidir ve bu çok güzel bir şeydir.

Canned Heat / Turpentine Moan (1968)


Son parça “Fried Hockey Boogie” albümün en uzun ve belki de Canned Heat’in kariyerindeki en başarılı parçalarından bir tanesidir. Her şeyden önce, parça kendini göstermek için acele etmez, dinleyiciden zaman ister ve vakit geçtikçe tıpkı bir çorap söküğü gibi bütün akorlar yerini bulur ve parçanın hipnotik havasına fark edilmeden girilmeye başlanır. Alan Wilson parçayı “söylemez”, bir “anlatım” içindedir: Parçanın ortalarında “Are you experienced?” demesi ve ardından bir solo atılması da anlatılacak bir şey değildir. Benden bu kadar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder