9 Haziran 2010 Çarşamba

Top 20 Road Trip



Dostoyevski’nin cinleri gibi olmasa da, gecenin bir yarısında bavulunu toplayıp haritasız bir “hiççilikle” koyulduğu sıcak yolda, kulağına tekrar ve tekrar fısıldayan cinlerin ne dediğini dinlemek, çok da ürkütücü bir şey olmamalı. Önceki akşam omzunun iki yanında gördüğü iki elemanın konuşması çok uzun sürecekti; ara sıra tuvalete gidilecek, bir paket daha açılacak, biraz geçmiş, biraz gelecek ve attığı adımların kenarlarında beliren alçak renklere göz atacaktı.

Çevrilen kontağın sesi, uzaklardan havlayan birkaç köpek, çöpçünün tehditkâr bakışı, vitesin cevabı, açılan radyo ve yolculuğun öteki tarafı.

Böyle bir listenin yapım aşaması her ne kadar zevkli ve eğlenceli gibi gözükse de, “eleme kısmı” gibi acıklı bir tarafı olduğu için, bu yirmi parçanın dışına taşmış başka parçalar uzaktan bize bakarak sigaralarını “hadi leyn stayl” içeceklerdir. İçmeyenler birer armut yesin.

Hepimizin kulak sporu birbirinden farklı bir program izlemiştir, bu yüzden seçilen parçaları sadece “yolda” referansını önde tutarak değil, satır aralarında görülen ve kariyerlerini bir şekilde Jack Kerouacçı bir tavırla çizen grupları düşünerek de sıraladım.

Sanırım kulağıma fısıldayan cinleri diğerlerinden ayıran en önemli özellik, zamanında onlara da fısıldamış olmalarıdır. Fısır fısır konuşmak yerine, bırakın hepsini yazayım.

20) Carol Fran – I’m Gonna Try
Ellilerin sonlarına doğru New Orleans’ta yaşayan başarısız şairlerin sözleriyle yazdığı parçalar, çok sonraları dönüp dolaşarak arabaların arka koltuğunda sevişen gençlerin şarkısı olarak geri dönecekti. Carol Fran’ın çok tanınmaması, belki de sağlam bir altyapı ve çevreden gelmemesiydi, kendine has dinleyicisinin ilgisiyle şahane bir hayat yaşayarak yoluna devam etmiştir.

19) Jackson Browne – Running On Empty
Politikayı salya akıtarak gündeme taşımak yerine, kariyer çizgisini oldu olası “cool” bir duruşla tutup üretkenliğiyle geri dönen Jackson Browne, “Running On Empty” parçasıyla koca bir jenerasyonun bir tür boşluğa doğru ilerlediğini anlatır. Her boşluk kötü olmak zorunda değildir, iyisi, arabanın içinde, ilerlemektir.

18) Van Morrison – Gloria
Belki de hepimizin, zamanında avazı çıkana kadar bağırarak söylediğimiz parçadır. “Zamanında” dememe bakmayın, seneler önce bir arkadaşımla ilk defa dinlerken, içine düştüğümüz hallerin anısı hala canlıdır. Viyana’ya arabayla nasıl gidilir bilemem ama bir gün yolunuz otobana düşerse, parçanın sesini açın.

17) War – Low Rider
Gecenin bir yarısında acıkan karınlar ve açık bir büfe bulmak için neredeyse bütün şehri arabasıyla gezmek zorunda kalanlar: Dikkatli sürünüz, elbet açık bir yer bulacaksınız.

16) Steve Miller Band – Take The Money and Run
Billy Joe ve Bobbie Sue’nun yolda geçen aşk serüveni. İki âşık, evde oturup ot içmekten daha önemli bir işi olmayan ve maddi sıkıntıya düştükleri zaman arabaya atlayıp herhangi bir yeri soyarak hayatlarını anlatan parçadır. Listede olması gereken parçadır.

15) Elton John – Tiny Dancer
“Tiny Dancer” 72’de piyasaya sürülse de, bu listeye koymasaydım içim rahat etmezdi. Yolda geçen zamanı unutturan, ne olursa olsun, 60’ kuşağına göndermesini en etkin şekilde yapan parçalardan bir tanesidir.

14) Canned Heat – Going Up The Country
Parçanın Woodstock Festival’iyle özdeşleşmesi ve aradan geçen senelere rağmen halen arabalarda eksikliğini hissettirmemesi, listeye girmesinin ana sebebidir. Eksikliğini bir tür milli marşında arayan kuşağa orta parmağını çıkarır ve “Road Song” dedikleri bir alt kültürün oluşmasına katkıda sağlar. Her ne kadar Canned Heat tayfasının “On The Road Again” ve “The Road Song” gibi başka parçaları olsa da, “Going Up The Country”nin yeri bir başkadır.

13) The Tornadoes – Bustin’ Surfboards
Dondurmalarını sahil kenarında yalayan tehlikeli kızlar, üstü açık arabadan kızlara cirit atan küçük Elvis’ler, vitesin birde ilerlediği sıcak asfalt, California, surf ve 60’ başları. Listenin “olmazsa olmazı”!

12) The Blues Project – I Can’t Keep From Crying
Al Kooper’ın her zamanki gibi gruba “çaktırmadan” yaptığı katkının meyveleri, seneler sonra The Blues Project’in parçayı tekrar çalmasıyla lezzetine lezzet verir. Projections albümündeki versiyonu blues türüne kaçınılmaz bir psychedelic havası katar. Hangisi daha başarılıdır size kalmış ama yola koyulacaksınız, ikisinden birini mutlaka seçin!

11) The Doors – L.A. Woman
Kemerinizi takın, pencereyi açın ve arkanıza yaslanın.

10) The Rolling Stones – Jumpin’ Jack Flash
Gözümün önüne Mick Jagger’ın elastik vücudu gelse de, kendisi gibi, parça hep bir “asshole” olarak kalacaktır. Listede olmadığı takdirde yolunuza bir harita çizmeye karar verirsiniz ki, bu olmaması gereken bir şey! Dinlemeye devam edin, o sizi bulacaktır.

9) Iggy Pop – The Passenger
Sadece bir yolcu olmanın dayanılmaz güzelliği! Şehrin içinden, dışından, kenarından, neresinden giderseniz gidin, hayata bir yolcu olarak geldiniz, yolcu olarak ayrılacaksınız. Sesi sonuna kadar açın. Hayat ne kadar kötü olabilir ki?

8) Grand Funk Railroad – Country Road
Tıpkı parçanın kendisi gibi yavaş ve ağır ilerleyen bir arabanın içindesiniz. Bunaltıcı sıcak, cadı kazanından çıkmış bir yol ve nereye gideceğini bilmeyen ama şehrin gürültüsünden ayrıldığını çok iyi bilen adamların grubu, parçası!

7) Tommy James and The Shondells – Hanky Panky
Bir kere dinlemekle yetmeyen, dinledikçe daha da dinlenesi bir hal alan parçanın bir başka “listede olmazsa olmazıdır”! Surf türüne belki de ilk defa söz sıkıştırarak piyasaya çıkan Tommy James ve tayfası, listede olmayı belki de Kerouac’in yolda tanıştığı insanlara açıkça belirttiği “only interested in mad ones!” görüşünü “fazlasıyla” kariyerlerine yansıtmalarından hak etmiştir. Ayrımcılığa takılmayın, parça sizi herhangi bir yere üfleyecektir.

6) Creedence Clearwater Revival – Run Through The Jungle
CCR’in hayata karşı sergilediği ve kendine has “serbest bırakma” düşüncesinin son durağı genellikle “yolda olmaktan” geçer. “Run Through The Jungle”, son hız içinden geçilen o “ormanın” belki de öteki tarafıdır. Parça, sıcak asfaltın bunaltmayan yerine tekabül eden hiççiliğe işaret etmez mi?

5) Steppenwolf – Born To Be Wild
Onlarla ilk kez “Easy Rider” filminin açılışında tanıştık. Filmin kendisi gibi, bütün bir Amerika’yı dolaşan ve karşılaştıkları insanların ön yargısına maruz kalarak inatla ve şehvetle yolculuğuna devam edenlerin hikâyesi!

4) Booker T. & The Mg’s – Green Onions
Açık kalan pencerenin arasından sıyrılarak suratınıza vuran rüzgârın melodisi, yolların efendisine tanıklık eden ve ne olursa olsun yolda kalmaya muhtaç bir kuşağın açılış parçası. En iyisi “repeat” tuşuna basın ve yollar sizin olsun!

3) The Marketts – Out Of Limits
63’te piyasalara girmesiyle yetinmeyen, sanki çıktığı yolculuktan bir intikam almak ister gibi ilerleyen arabası, onun atı, onun en iyi dostu, tek şahidi ve sırdaşı olmuştur. The Twilight Zone’dan bildiğimiz Rod Serling’in gruba açtığı davayı kenara atarsak, The Marketts’ın kariyeri boyunca surf ve garage türünün etrafında enstrümantal takılmaları, bir anlamda, başarılarının mimarisi olmuştur.

2) Ray Charles – Hit The Road Jack
Jack Kerouac’in “On The Road” kitabına hitaben Percy Mayfield tarafından yazılan ve Ray Charles’ın altın parmaklarıyla hayat bulan, 50’lilerin caz, uyuşturucu ve şiir üçlemesi etrafında şekillenen ve 60’ başlarında asıl rüzgârını yollara estiren parçadır.

1)Bob Dylan – Like A Rolling Stone
Tutunamayan, kimliksiz gezen, uğradığı kasabadan gizlice ayrılan ve yoluna devam eden. “Like A Rolling Stone”, kimin için ne ifade ederse etsin, yenilginin ve hayal kırıklığın dayanılmaz rahatlatıcısı olarak bizi yollara davet etmeye devam edecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder